Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Türkiye'deki son gelişmeleri değerlendirirken, özellikle 9. Yargı Paketi'nde yer alan 'etki ajanlığı' kavramının üzerinde duruyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B.: İyi haftalar!
Ö.M.: Olağanüstü yoğun bir haftayı daha bitirdik - artık bunu tekrarlamak bile insana tuhaf geliyor ama öyle oldu. Avrupa ülkelerinde seçimler yapıldı, aşırı sağın ileriye doğu mesafe aldığı haberlerini filan da değerlendirmeye çalıştık. Korkunç bir saldırı da oldu - ABD destekli İsrail saldırısı. Yüzlerce kişi öldü, yüzlerce yaralı var. Bu haberlerin arasında bir de korkunç iklim haberleri var tabii. Türkiye, Doğu Akdeniz’de çok yoğun şekilde önümüzdeki günlerde alev alev olacak ortalık, onları konuştuk. Bir de bu kayyım etkinlikleri ve gelecek hafta Diyarbakır’da dans etkinliğine tekbir ve saldırı gibi şiddete yönelik olaylar var, ciddi gelişmeler orada da görülüyor. Bir de kayyım ve etki ajanlığı meseleleri önümüzdeki günlerde Meclis’te konuşulacak. Neresinden tutacağımızı bilmiyorum ama siz de iyi bir şekilde özetlersiniz.
A.B.: Çak fazla olumsuz haberlerin içinde yoğruluyoruz ki hangi birinden bahsedeceğimizi şaşırıyoruz doğrusu. Geçen hafta da AKP’nin seçim değerlendirme toplantısından söz etmiştik. Son günlerde iki tane kamptan söz edildi; biri Fethullah Gülen’in ABD’deki kampı - kamptan kaçırıldı mı, kamp kapandı mı, nereye götürüldü, hasta mı, öldü mü diye konuşulup duruldu. Konuşulan diğeri kamp da AKP’nin Kızılcahamam kampıydı. AKP kampı, seçimi değerlendirmek üzere yapıldı ancak değerlendirme sonucunu göremedik, kampın sonu koskocaman bir sıfır oldu. Geçen hafta bu programı izleyen bir arkadaşım, ‘Her hangi bir bayi toplantısı daha iyi olurdu’ dedi bana. Erdoğan, seçim yenilgisinin sebeplerini önemsemiyor, umurunda değil anlaşılan, parti de aynı şekilde. AKP, parti-saray-devlet ile iç içe geçmiş bir yapılanma halinde bulunuyor.
Erdoğan’ın önemsediği, aklını kurcalayan, iktidarı paylaştığı MHP ile ilişkilerde yaşanan sorunlardı. Seçim yenilgisinin sözde değerlendirildiği ancak sıfır sonuç alınan Kızılcahamam kampından hemen sonra bir hamle oldu ve o hamle de İYİ Parti’nin kurucu Başkanı Meral Akşener ile Recep Tayyip Erdoğan görüşmesiydi. Geçen hafta bundan bahsetmiştim, ‘Erdoğan MHP’yi nasıl ikame edeceğini düşünecek önümüzdeki dönemde’ demiştim. Hatta, ‘Sonbahardaki parti kongresine kadar bunu olgunlaştırır’ da demiştim ancak kongreyi 2025’e ertelemişler.
MHP, AKP’nin uzunca bir süredir iktidar ortağı. İki ortağın sınırları, çizgileri geçen yıllar içinde pek çok kez çatıştı. Devam etmekte olan davalar ve soruşturmalar nedeniyle son zamanlarda yaşanan ciddi problemler bulunuyor.
Dolaysıyla, MHP ile problemlerin çözülememesi durumunda Erdoğan’ın otokrasisinin devamı için MHP’yi yedeklenmesi gerekiyor - Erdoğan’ın son günlerdeki kafasındaki proje böyle. Projeye Akşener ile başlamak iyi bir şey, İYİ Parti’nin kurucu Genel Başkanı, seçim yenilgisinden sonra istifa etti ama eli hala partinin içinde. Bu görüşme elbette İYİ Parti’nin yeni Genel Başkanı ve yönetimini şaşkına çevirdi, anlamakta zorlanıyorlar.
Erdoğan için İYİ Parti’de muhatabın kim olduğunu işaret eden manidar bir görüşmeydi bu. Görüşme sonrasında her zaman olduğu gibi, taraflar açıklama yapmadılar, görüşmenin hangi tarafın isteğiyle gerçekleştiğini bilmiyoruz. Erdoğan, MHP ile yaşanan tökezlemeler sonucunda ortaklığın bozulması halinde neler yapabileceğini düşünüyor, mevcut parlamento yapısı içinde bu sorunu nasıl dengeleyebileceğini, nasıl ikame edebileceğini düşünüyor, enerjisini seçim yenilgisinden daha çok bunlara harcıyor. Akşener görüşmesine MHP’yi ikame hazırlığı içinden bakabiliriz. Haftanın göze batan gelişmelerinden biri buydu.
Asıl benim merak ettiğim, bu işe Devlet Bahçeli ne diyor, ne diyecek? Bahçeli bu konuda henüz bir şey söylemedi, herhalde grup toplantısında bir şeyler söyler ya da belki kliple cevap verir. Biliyorsunuz, siyasette yeni model böyle - ortaklar arasında yaşanan problemlerde klip çekip sosyal medya üzerinden paylaşıyorsunuz. Kısa bir süre önce yaşanan bir sorunda Bahçeli, Erdoğan’a karşı kliple cevap verdi, sonrasında bir araya geldiler. Klipli bir rejimimiz var.
İç siyasette bakmamız gereken önemli bir görüşme yarın yapılacak; Erdoğan, CHP Genel Merkezi’ni ziyaret edecek. Görüşme öncesinde bazı görüşmeler yapılıyor/yapıldı. CHP’de gölge kabinesi gibi milletvekillerinden oluşan görevlendirilmeler bulunuyor. Alan sorumluları da iktidarın bakanları ile görüşüyor - kimisi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüşüyor, Milli Savunma Bakanı ile görüşüyor, bakanlarla karşılıklı bir araya gelmeler oluyor, bakanlara CHP tarafından hazırlanan dosyalar sunuluyor, talepler ifade ediliyor. İçişleri Bakanına da bugün görevli bir vekil elinde dosyalarla gidecek.
Görüşmelerde dediğim gibi, bazı dosyalar veriliyor. Özgür Özel de Erdoğan’a emekliler dosyası, tarım dosyası vb. Türkiye’nin sorunları ile ilgili dosyalar sunuyor.
Ancak karşınızda dosyalardaki sorunları çözmekle yükümlü bir iktidar var, siz de ana muhalefet partisisiniz! Soruyorum, CHP iktidar ortağı mı? Çözüm ortağı mı? Ana muhalefet olmak, bu mu? Ricacı parti mi olmak? Garip bir durum! Diyaloğa evet, ancak siz, iktidar ortağı değilsiniz, ana muhalefetsiniz! AKP’nin ‘think tank’i gibi çalışan bir ana muhalefet olur mu?
CHP’nin iktidar ortağı gibi bir pozisyonda olması hiç iyi bir görüntü ve yaklaşım değil... Yerel seçim başarısını da hafifletiyor doğrusunu söylemek gerekirse. Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu partiyi sağa yatırarak, sağ partilerle bir araya gelerek Erdoğan iktidarını gerileteceğini, normalleştireceğini düşündüler ve bu nedenle tasarımı iyi yapılmamış pek çok işin içerisine girdiler. Sanıyorum, Özgür Özel de Erdoğan’la bir araya gelip uzlaşmayı ve normalleşme sağlayacağını düşünüyor! Çok yanlış bir yaklaşım. Üstelik görüşmeler somut sonuçlar vermez ise CHP önemli ölçüde örselenir. Şu ana kadar ‘dişe dokunan’ 28 Şubat’ta generallerin serbest bırakılması oldu - ki onların yasal olarak hakkıydı. Generaller hususunda normalleşmeyi Özel mi sağladı? Doğrusu generaller Özgür Özel’e teşekkür etti mi bilmiyorum, hasta hükümlülerin hakları uygulandı, o kadar...
Böyle bir ortamda, seçim yenilgisinin nedenlerini bile saptayamayan, ortaya koyamayan iktidar, kayyım atamaya başladı. Hakkari’de kayyım atadı – Vali, seçilmiş başkanın yerine geçti. Normalleşme bu mu? Şimdi yeni bir gelişme daha var; Gezi davasını ‘kanun yararına’ bozma başvurusu. Bunu isterseniz bir cümle ile açıklayalım, ne demek bu kanun yararına bozma?
A.B.: İstinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen ancak hukuka aykırılıklar bulunan karar ve hükümlerin bozulması istemiyle Adalet Bakanlığı tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurulmasına kanun yararına bozmak deniyor. Yani ‘bu davada hatalı karar verildi’ diyerek başvuruda bulunuluyor. Gezi davasında hüküm giyen arkadaşların avukatları bu başvuruyu yaptı, önce mahkemenin görüldüğü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuru yapıldı ve Mahkeme de Adalet Bakanlığı’nın kalemine gönderiyor. Bakan da Yargıtay Başsavcılığı’na işlem yapılması için gönderiyor, süreç bu şekilde işliyor, bozma işlemi bu şekilde yapılıyor. Şimdi böyle bir beklenti yükseliyor.
AİHM de bunun sonucunu bekliyor. AİHM, kararlarının yerine getirilmemesine rağmen Türkiye’ye bir yaptırımda bulunmadı, böyle bir durum var. Özgür Özel – Erdoğan görüşmesinde, Gezi davası ve kanun yararına bozma işlemi konuşulabilir.
Yarın CHP’nin Antalya Kepez Belediye Başkanı’nın teleferik kazasından dolayı duruşması da var. CHP’li Belediye Başkanı hapiste ama Kepez Belediye Meclisi, tutuklu başkanın yerine vekalet edecek olan kişiyi Belediye Meclisi içinden seçti ancak Hakkari’de Belediye Meclisi’ne bu hak verilmedi. Soruyoruz, bu mu normalleşme? Konu, Kürtler ve Demirtaş, DEM olunca normalleşme yok ama bunların dışındaki davaları konuşabiliriz, oralarda da belki normalleşebiliriz.
Şimdi ana muhalefet liderinin iktidarla konuştuğu konulara bakar mısınız? Yargıdaki davalar ve yargılamalar; hüküm giymemesi gerekirken hüküm giymiş insanların serbest bırakılmasını istiyorsunuz, generalleri konuşuyorsunuz, Gezi’cileri konuşuyorsunuz, CHP’li belediye başkanlarını konuşuyorsunuz. Bunlara karar verenin kim olduğunu bu kadar somut ortaya koyan bir durum olabilir mi? O kadar aşikar ki hukuka, yargıya ve davalara iktidarın başı karar veriyor, ana muhalefet olarak siz onu muhatap alıp şu kişileri ‘serbest bıraksanız olmaz mı?’ diyorsunuz, böyle tekliflerle gidiyorsunuz. Aslında burada hukukun üstünlüğünü değil iktidarın üstünlüğünü kabul etmiş, onaylamış oluyorsunuz.
CHP’liler DEM’le diyaloğu ne kadar önemsiyor? Kayyım atamalarında ne kadar DEM’in yanındalar? Hakkari’de yaşananlar ortada, Tatvan’da yaşananlar da ortada. Yakında Van’da da bu durum yaşanabilir. Van adayında da seçim süresince problemler çıkmıştı. Çifte standartlara bakar mısınız? Kepez’de başkanı hapisteyken Belediye Meclisi yeni başkanını kendi seçiyor ancak Hakkari’ye Vali atanıyor! DEM sözcüleri, 40-50 belediye başkanının izlemede olduğunu söylüyorlar. Kayyım atamalarının devam edeceği söyleniyor. CHP’de de davalar var - İmamoğlu davası başta olmak üzere. Bakar mısınız normalleşmeye!
Ana muhalefet liderinin iktidarın başı ile görüşmesine, ele alınan konular üzerinden baktığınızda, memlekette hukuk devletinin kalmadığını görüyorsunuz. Sadece Özel - Erdoğan görüşmesinin gündemine bakarak ve oradan çıkan sonuçlara bakarak, yargının yürütmenin emrine geçtiğini görmek mümkün. Normalleşmeyi bu şekilde mi bulacağız?
Bu görüşmeler sonuç getirmediği, yumuşama getirmediği takdirde daha fazla baskı ve çatışma getirebilecektir. Hukukun ve demokrasinin üstünlüğü üzerinden yürünmediği, demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerinden görüşme olmadığı müddetçe gerçek bir yumuşama ve ilerleme olmaz. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerinden yürünmediği taktirde, bu durum ana muhalefetin var olan rejimi, otokratik yapıyı onayladığı anlamına gelir. Bu tuzağa da düşmemek gerekiyor.
Özgür Özel, ‘29 Ekim dahil tüm resepsiyonlara katılacağım, Erdoğan’la ısrarla görüşeceğim, saraya da gideceğim’ diyor! İyi, kardeşim peki, tamam da, evet, güzel de, görüşmeler olsun ancak bu görüşmeler sizin, iktidarın oyun sahası içinde bir figür olmanıza yol açıyor ise vaziyet felaket demektir, seçimden birinci parti olarak çıkan partinin kendini hafifletmesi demektir. CHP’nin kendini hizaya çekmesinde fayda var.
Önümüzdeki günlerde içeriği çok sert olan 9. Yargı Paketi TBMM’ye geliyor. Önceki haftalarda ortaya atıldığında konuştuk, bu pakette ‘etki ajanlığı’ diye bir suç tanımı/müessesesi getiriliyor. Etki ajanlığı, gazeteciliği ve araştırmacılığı öldürecek bir düzenleme.Açık Gazete’de Ali Bilge ile Ekonomi Politik programı yapmak hayal olur. Bu düzenleme ile Abdülhamit basınından beter bir hale gelebilirsiniz. Zaten soğanın cücüğü kadar kalmış bir basın var, doğru dürüst gazetecilik yapılan alan çok sınırlı, iktidar medyası parsel parsel kaplamış ülkeyi televizyonuyla, sosyal medyasıyla, yazılı basınıyla. Öbür tarafta, çok minik bir alanda ve değişik koridorlarda yayın yapan bir muhalif basın var. Onu da etki ajanlığı müessesesi ile ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz.
Türkiye’nin meselelerini hiç konuşamama konumuna doğru ilerliyoruz. Tasarı, bu hafta Meclis’e geliyor ve büyük bir olasılıkla da Meclis bu dönem geç kapanacak, yerel seçim nedeniyle ara verdiği görüşmelerini telafi edecek. Bu nedenle, tasarının yasalaşması bu dönemde mümkün. Sadece 9. Yargı Paketi ve etki ajanlığı suçunun devreye girmesi, Türkiye’de nasıl bir normalleşme olacağına ilişkin bize bilgi veriyor! Etki ajanlığı diye bir suç tanımlamakla normalleşme olmaz! Etki ajanlığında Türkiye’nin sorunlarını ciddi konuşmak mümkün değil. Geçen haftalarda bahsetmiştim; Türkiye’nin Rusya’ya olan ve ertelenen borcunun miktarını zikretmek etki ajanlığı kapsamında pekala değerlendirilebiliyor. Ertelenen borç 20 milyar dolar mı, 25 milyar dolar mı, kaç milyon dolar? Bu borcun ödenip ödenmediğini sorgulamak etki ajanlığı kapsamına pekala sokulabiliyor.
Bu bağlamda Ömer Bey herhangi bir ekleyeceğiniz bir şey yok ise bu bahsi de burada keseyim.
Ö.M.: Ben de iki şey söylemek istiyorum; bir tanesi, bu etki ajanlığı dediniz, 9. Yargı Paketi, bu düzenlemeyi de içeren yargı paketi Meclis’e geliyor. Ne zaman, tam bilinmiyor ama...
A.B.: Bildiğim kadarıyla yarın geliyor.
Ö.M.: Belki de geliyor evet ve orada şu önemli, ‘yeni tip casusluk suçu oluşturarak gazeteciler ve araştırmacıları susturacağı için tepki gösterilen’ diyor Artı Gerçek’in bu konudaki haberi. Öğretmenlik mesleği ve bilim, eğitim, akademi kanun teklifinin de bu hafta Meclis Başkanlığı’na sunulacağı dile getiriliyor. Bu oldukça önemli yani gazeteciliği de ekstradan derinlemesine etkileyecek bir durum ortaya çıkıyor.
Bir de şu var; biraz önce sözünü ettiğiniz görüşmelerde yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Özgür Özel’le yapacağı ziyarette konuşma kapsamına girip girmeyeceğini bilmediğimiz bir şey var. Batman’da kayyıma karşı nöbet eylemleri kararının ardından mesela eylem yasağı uzatılıyor gene Artı Gerçek’ten haberleri derleyebilirsek. ‘Diyarbakır kayyıma karşı yürüyor’ başlıklı bir haber vardı Artı Gerçek’te - hem kalabalık bir topluluk, hem de kalabalık bir polis grubunun müdahalesinin görüntüleri vardı, gözaltılar da vardı. Ayrıca, ‘Kayyıma karşı nöbet 6. gününde’ başlıklı bir başka haber de vardı ve ‘Hakkari yürüyüşü bugün Şemdinli’den başlıyor’ diye bir başka haber de vardı. Bütün bunlar konuşulacak mı, konuşulmayacak mı? Başta DEM olmak üzere ciddi bir tepki var çeşitli muhalif kesimlerden, tepki gören şeyler var. Bunların nasıl ele alınacağı, alınıp alınamayacağı konusu da bayağı tereddüt konusu bende.
A.B.: Elbette görüşülmesi gerekiyor çünkü çok vahim konular. Ancak görüşmenin sınırlarını Erdoğan çizdiği müddetçe, çerçeveyi Erdoğan belirlediği müddetçe, Özgür Özel konu mankeni olduğu müddetçe bu görüşmelerden büyük sonuçlar beklemek mümkün değil.
Ülkenin içinde, dışında ve bölgemizde siyasal ve ekonomik sertleşme her alanda kendini gösteriyor. Gazze, Ukrayna savaşı, Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları - gezegen büyük bir faşizm rüzgarına girmiş, faşizm burcuna girmiş durumda - her yerde savaş var. İlk ağızlardan nükleer silahları kullanılacağına dair demeçlere şahit oluyoruz, çok kaotik bir durumdayız.
Geçen hafta Petersburg’da Rusya’nın Davos’u olarak adlandırılan bir toplantı yapıldı. Toplantıda Rusya Devlet Başkanı Putin’in önemli bir konuşması oldu; Putin, hem dünyaya, hem de Türkiye’ye uyarılarda bulundu, Rus ekonomisini anlattı, uluslararası gerilimi, dünyanın Doğu’sunda yaşanan ittifakları, işbirliklerini açıklayan önemli bir konuşmaydı, irdelenmesi gereken bir konuşmaydı. Putin, konuşmasında Erdoğan’a da çok sert olmayan, yumuşak sayılabilecek ciddi uyarılar yaptı, rahatsızlıklarını şöyle ifade etti;‘Türk hükümetinin ekonomi kanadı, Batılı finans kuruluşlarından kredi, yatırım ve hibe almaya odaklanmış durumda. Ama eğer bu, Rusya ile ticari ve ekonomik ilişkilerin sınırlanmasına yol açacaksa, o zaman Türkiye ekonomisinin kazancından daha çok kaybı olacaktır.’ Bunlar önemli…
Son dönemde iki görüşemeye odaklanmış vaziyetteyiz. Erdoğan ile Putin’in dostluğu önemli ama inişli çıkışlı. Son aylarda bazı ilişkilerin bozulması, limoni olması nedeniyle bir türlü Putin’in Türkiye ziyareti gerçekleşmiyor. Ha geldi, ha gelecek, Erdoğan’ın gözü yollarda…
Ö.M.: Evet, sürekli erteleniyor değil mi? Sürekli bekleniyor ve erteleniyor.
A.B.: Evet. Birincisi, Putin, Türkiye’yi ziyaret etti edecek. İkincisi ise ABD Başkanı Biden ne zaman Erdoğan’a randevu verecek? Biden, bu sefer randevu verdi, verecek, yok iptal oldu, yok NATO toplantısında görüşecek, Erdoğan’ın kulağı telefonda! Putin’in gelmesi, Biden’in randevu vermesi arasında sıkışıp kalmış bir Türkiye bulunuyor. Bu iki durum, Türkiye’nin dış politikasında ne kadar sıkışık olduğunu gösteriyor, sıkışık olduğunu bu ifadelerde görmek mümkün. Türkiye, iki cami arasında beynamaz pozisyonunda sallanıp duruyor.
Rusya Devlet Başkanı Putin, toplantıda BRICS’te yaşanan gelişmelere de işaret etti çünkü yine Rusya’da BRICS zirvesi yapılıyor. Ekonomi Politik’te BRICS üzerine çok yayın yaptık.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da BRICS toplantısına katılacak. Şimdi, bir tenakuza da işaret etmek istiyorum; Hakan Fidan, ‘Avrupa Birliği olmadığına göre BRICS’te yer almalıyız’ derken, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Avrupa Birlği bizim yolumuz’ diyor. İktidarın iki önemli bakanının tavrı böyle. Tenakuzdan kastım da bu. Bu açıklamalar da iktidarın Batı ve Doğu eksenindeki yalpalamalarını bize gösteriyor.
Tabii, BRICS zirvesinin en önemli konularından biri, yeni bir rezerv para meselesi. Ukrayna savaşı bütün dünya ticaretini, dünya kapitalizmini alt üst etti. Rusya’nın 300 milyar dolarına el kondu, dünya ticaretinin yolları değişiyor. Dünyada ticaretin büyük bölümü Dolar ve Euro üzerinden gerçekleşiyor. BRICS ülkeleri, ticaretin kendi para birimleri üzerinden ya da ortak para birimi üzerinden yapılmasını istiyor.
Bu tartışma yeni değil – 21. yüzyılın başından itibaren ki Ekonomi Politik yayınlarına başladığımızdan itibaren de bunları konuşuyoruz, o devirde, Euro devreye girmişti, Dolar ve Euro’dan sonra üçüncü para birimi, yeni bir para birimi 21. yüzyılın ilk yarısında devreye girer mi, girmez mi diye sorguladık. BRICS’te de yeni rezerv para meselesi çok ciddi tartışılıyor, Ukrayna savaşı sonrasında daha da ciddi konuşulmaya başlandı. Batı ile Doğu arasındaki ticaretin Dolar dışındaki yerel paralarla ya da yeni bir para birimi ile ki bu Yuan olabilir ya da ‘Güney Sepeti’ dedikleri para birimlerinden oluşan para olabilir, yeni rezerv paranın Dolar ve Euro ile rekabet etmesi meselesi en önemli konuların başında geliyor.
Elbette burada da sorunlar var; bu iki para bloğunun yanında Yuan’ın devreye girmesini düşündüğümüzde, BRICS’in en büyük ülkesi Çin’in parası konvertibl bir para değil, konvertibl olması için de bazı şartların olması lazım, piyasaların gelişmiş olması gerekiyor ki ülkeler fazlalarını burada satsınlar ya da alsınlar, borç piyasalarını oluşması lazım. Ülkelerin dış ticaret fazlalarını satabilmeleri için mekanizmalar gerekiyor.
Bunlara çözüm bulunabileceğini düşünüyorum; Dolar ve Euro dışında para ile rekabet etme fikrinin sonucu ülkeler, bilhassa Doğu ülkeleri, uzun yıllardır altın topluyorlar. Tecrübelere göre, dünyada ülkeler ne zaman altın toplamaya başlamışsa büyük bir savaşın eşiğindeyiz demektir. Yaşanalar bunları göstermiştir. Türkiye iktidarı da nerede, ne kadar altın varsa ülkeye topladı, son yıllarda ülkeler altına yoğunlaştı.
Çin’in elinde ciddi miktarda Amerika’daki Dolar cinsinden tahvil bulunuyor. Bildiğim kadarıyla azaltıp altına geçtiler, ellerindeki 1.3 trilyonluk ABD hazine tahvilleri 750 milyar dolara düşmüş. Ülkeler altına geçiyor, yeni bir para birimi rezerv para olarak gündeme geliyor. Her yerde savaş var; Gazze’de, Ukrayna’da, Yemen’de – çok büyük gerilimler içerisindeyiz.
Böyle bir dünyada yaşarken Türkiye’de de katillerin isimleri meydanlara veriliyor, en son olarak ona değineyim; Bu ülkede yaşarken sırtınıza saplanmış bir bıçakla gezersiniz, o bıçak milim milim girer, ancak öyle gelişmeler olur ki, öyle haberler duyarsınız ki, o bıçağın ilerlemesi milimi geçer, santime ulaşır. Bir katilin isminin, derin devlet elemanı bir katilin, uyuşturucu kaçakçısının isminin bir ilin merkezindeki bir meydana verilmesi bende bu hissi uyandırdı.
Ö.Ö.: Bu konuda ilk kez daha ceza almadı ama değil mi?
A.B.: Evet.
Ö.Ö.: İddia olarak kaldı yani?
A.B.: Başka ülkelerde aldı, İsviçre’de aldı ancak Türkiye’de almadı hapis cezası.
Ö.M.: Abdullah Çatlı’dan bahsediyoruz.
A.B.: Evet.
Ö.M.: Nevşehir Belediyesi, siyasi cinayetler ve kontrgerilla faaliyetleriyle bilinen Abdullah Çatlı’nın adını bir meydana vermiş. Artı Gerçek’in haberi, ‘Türkiye İşçi Partisi üyesi üniversite öğrencisi yedi kişinin katledilmesi dahil birçok katliamdan sorumlu olan Abdullah Çatlı’nın ismini Nevşehir’de Borsa kavşağına verildi’ diyor, o da ilginç. İYİ Partili Nevşehir Belediye Başkanı Rasim Arı, Nevşehirli Abdullah Çatlı’nın adının Borsa Kavşağı’na verildiğini söylemiş. Bedrettin Cömert ve Abdi İpekçi cinayetleri ve Bahçelievler Katliamı gibi, biraz önce söylediğimiz gibi, hepsinden sorumlu olduğunu söylüyorlar. Belki buradaki soru da şu; adı kavşağa neden veriliyor? Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi ve Bahçelievler Katliamı’nda yok edilen gençleri öldürdüğü veya öldürülmelerinde rol oynadığı için mi? O zaman ‘Ağca, Samast’ın adları hangi caddelere verilecek? diye sorulması gerekmez mi?
A.B.: Topal Osman’ın heykelini de Veli Küçük Giresun’da dikti. Veli Küçük de Abdullah Çatlı’nın hamisidir, haydi, yeri geldi söyleyelim; Akşener’i elinden tutup siyasete, Doğru Yol Partisi’ne götüren de Veli Küçük’tür. Bu ülke böyle. Susurluk’ta ölen Abdullah Çatlı ve arkadaşlarını, geçen sene vefat eden eski MİT Müdürü Mehmet Eymür anlatmıştı. Eymur, Çatlı’yı kullanan MİT Dış İlişkiler Daire Başkanı, 12 Eylül cuntasının lideri Evren’in kızı Şenay Gürvit olduğunu açıklamıştı. Çatlı ve arkadaşları, MİT tarafından Ermeni Asala meselesi için görevlendirilmiş. Eymur, ‘Bu iş için hapisten çıkarılıp görevlendirildiler ancak bir işe de yaramadılar’ demişti. Çatlı, daha sonra sahte bir kimlikle Türkiye’de kara ve kirli işlerin organizasyonu oldu. Bu işleri bilenlerin yaşam süreleri bitiyor, gidiyorlar ama halen yaşayanlar var. Gerçekler biliniyor ancak açıklanmıyor. Bu yayınlarla ortaya çıkanları, hafızayı hatırlatıyoruz, Abdullah Çatlı ve Mehmet Ali Ağca gibi aynı ekiplerdir. Bu ekipler, son 40 yılda siyasetin de yüzleri oldular.
Ö.M.: Bu noktada bitirelim çünkü biraz aştık süreyi. Çok teşekkür ederiz Ali Bey, bunları konuşmaya elbette devam edeceğiz.
A.B.: Hoşça kalın!
Ö.Ö.: Hoşça kalın!